YİRMİ YAŞ MODELLEMESİ


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazıları
Eklenme Tarihi: 01 Şubat 2015
Geçerli Tarih: 29 Mart 2024, 01:53
Site: Haberci71.com - Kırıkkale Haberleri
URL: http://www.haberci71.com/yazar.asp?yaziID=12618


YİRMİ YAŞ MODELLEMESİ

Hatırlanmasa daha iyi olurdu diye niteleyeceğimiz birçok mevzu ile geçiriyoruz son dönemlerimizi. Bu durumlarda dahi en ağır hakaretlere seviye düşürme sıfatı olacak insanlara bakmadan, kendi dünyamıza dönerek bize yansıyan ışığı renklerine ayırmalıyız. Kendimizi hava yerine su ile hemhal olan balıklara denk bir psikoloji ile boğuşurken buluyoruz. Suyun altından bakınca yeryüzü çok bulanık görünür. Balıkçıların oltanın ucuna omurgası olmayan solucanlar koymak haricinde çok büyük planları yoktur aslında. Sığ sularda av, derin sularda kıymetli oluyorsak, bu kez aşağı doğru bir yön bulmalıyız. Bizden ses alamayacak olanlar suya girmeye de cesaret edemeyerek bilinmez bir korkuya kapılacaklardır.

Karmaşık gibi gözüken olayların ne kadar basit bir çerçevede yaşandığını anlamak için olayı kirletenlerin sayfalarına girelim. Avrupa’da biraz sosyal statüsü olanların en net gördükleri gerçek, zemin tabakanın hemen üzerinde çok sert bir ayrışma mevcuttur. Temelin hemen üzerinde ya ölüme çok hızlı ilerleyen ve düşüşü mutlak bir kesim vardır, ya da düşünen ve içinde bulunduğu topluluğun tutarsızlığı sebebi fikirlerinden dolayı ayrışma yaşayan kişiler. Bu yaşananların hiçbirinin bize dokunan veya bizi ilgilendiren bir yanı yok. Bu tamamen Gelişmiş Ülkelerin uzun zamandır çözümü için yumuşak bütünleşme (entegrasyon) modelleri hazırlayıp içinden çıkamadığı bir dönüşüm projesidir. Son dönemde bizim de şahit olmamızı istedikleri iç faaliyetler, kendi tehlikeleri ile baş etmek için geliştirdikleri modellerin hayata geçen hali. Bu arada farklı coğrafyalarda da bu oltaya kendiliğinden solucan olmak ve bu solucana gelmek isteyen balıklar varsa da önemsiz olmakla beraber ne ala. Buna benzer uygulamaları biz de, geçmişte farklı zümreler için kendimize karşı gördüğümüz tehlike hissiyatından dolayı yaptık. Zararlı gibi gösterdiğimiz zümreler dünyanın herhangi bir yerinde bizim istemimiz dışında yanlış tanındıysa bunun çok önemi olamazdı, lakin dönüp fikirlerimizi gözden geçirdiğimiz zamanlarda ülke ülke gezerek etkilediğimizi düşündüğümüz zihinleri tekrar ziyaret etmedik.

Amerika’dan çok önce vazgeçti Avrupa dünya çapında (global) hedef ve oyunlardan. Dar dairede millet ve ulus olma kavramlarını muhafaza etmek bu kadar zor oluyorken, dışarıyı şekillendirmek için kaynak ve zaman ayırmak oldukça lüks bir yaklaşım olarak görülmeye başlandı. Toplum mühendisliği, yönlendirilmesi zor, huzur veren yumuşak akımlara karşı kolayca uç noktalara ayrışan sosyal devletleri muhafaza etmek için geliştirilmiş önemli, biraz da sevimsiz gibi görünen bir kavramdır. Bu kavramı kendi başına ayrıca değerlendirme gereği ile beraber doğru tarafta olduğunu bilmek zorunda olmayanların da aklında tutması lazım gelen bir konudur. Bizim de, kendi fikrini gayet doğal bir refleks ile korumaya çalışanların çıkardığı zararlı dalgalardan etkilenmemek için iç gündemlerimizi doğru modellerimizin için yönlendirmemiz gerekiyor.

Toplum olarak “adamların bir planı var” bilinmezinin peşinden gitmekten vazgeçmek zorundayız. Öncelikli olarak Gelişmiş Ülkelerde ılımlı bir dinin kabul görmesi göze alınacak bir durum değildi. Bu durumun kabul zorluğu ve tamamen görmezden gelmenin işe yaramıyor olması “Medeniyetler İttifakı” gibi eksik ve yuvarlak bir modeli öne taşımayı zaruri hale getirdi. Görünen o ki, bu ittifakın Türkiye, İspanya ve Yemen ayaklarının kendilerini lav etmesi, ittifaktan vazgeçildiği ya da netice alınamayacağına ikna olunduğunu gösteriyor. İttifakın netice alamamasının en önemli sebebi, Müslümanların Tebliğ anlayışını esnetmeyi ve dini bir yaşam biçimi olarak görmekten vazgeçmeyi kabul etmemeleridir.

Her eline ok alanın gelişi güzel bir atış yaptığı bu karmaşık durumda, önce ateş edip sonra nişan alanların içinde bazı saygıdeğer olanları ayırmak gerekiyor. Bu halde, en isabete yakın yaklaşımı edebi olarak takip etmekten çok büyük bir haz aldığım İskender Pala’dan görüyoruz. Doğru ama eksik olan ifadesi ile “Şimdi 20 yaşında olsam İslam’ı tercih etmezdim” diyor. Tüm bu kargaşanın göbeğinde “Şimdi 20 yaşında bir Fransız ve ya Alman genç olsam, İslam’a sıcak bakmazdım.” olarak ifade edilmesi gereken cümle var. Gelişmiş ülkelerin önünde en büyük tehdit, az olmasından rahatsız olmadıkları çok küçük bir orana sahip olan düşünen ve başarılı olmak isteyen gençlerin ülke menfaati dışındaki konulara eğilim gösterme ihtimalidir. Fiziksel yaşam tarzlarıyla diğer gençlerden ve toplumun diğer kesiminden ayrılan bu grup, çok büyük bir önem taşıyor olmasına rağmen kaybedilmesi risk edilemez bir değerdir. Düşünebilen bir gençlik için bir ulus seçmek bir seçenek değilken, kendi ulus kimliği ile beraber bir din tercihi yapabilme ihtimali endişe vericidir. Özellikle Gelişmiş ülkelerde İslam harici diğer dinler tebliğ konusunu öncelik yapmadıkları için bir tehdit olarak görülmüyor. Bu durumda, saldırı gibi görünen aksiyonların tamamına sert bir savunma örneği olarak bakabiliriz. Her türlü imkâna hızlı ve bedelsiz ulaşabilen üretken grubun ihtimalleri tükettiği anda güçlü olduğu yanları kendisini masaya oturmaya zorluyor. Tüm uğraş, bu masaya oturulan anı kontrol etmek üzerine şekilleniyor. Algı modellemesi gibi görünen hadiselerin temelinde “Masaya oturulduğunda farklı bir dinin seçenekler arasında olmaması gerekiyor” yatıyor. Bu, 20 yaşındaki bir gencin fikirsel olarak en üretken zamanlarını önden modelleme çalışmasıdır.

Birçok hadisede “hayır” demeyi başaramayan bir yapımız olduğundan olsa gerek, başkalarının endişelerinden ve beceriksizliğinden kaynaklanan acemi oyunları “bu benim meselem değil        “ diyerek sonlandıramıyoruz. Kulak kabartmak ve kendine ait olmayan konulara dâhil olmak gündemi olmayanların hastalıklı bir ruh halidir. Toplum olarak kendimize ait gündem maddeleri edinerek, bu gereksiz dışarıdan dayatmalı şeylerden korunabiliriz. Bu konuda, her hadiseye cevap vermek zorunda değiliz davranışını büyüklerimizden öğrenmek istiyoruz beklentisi bize çok görülmemelidir. Bu konuların zaman ayırmaya tek değen yanı, gençlerimizin bu mevzuların anlamsız dehlizlerine düşmelerine engel olmaktan ibarettir.

Nitekim insan kaynağı ve bir ekonomi üretebilen hiçbir zümre kendi karar vericilerinden kolay vazgeçmeyecek. İslam dini de bir yaşam biçimi olmaktan çıkıp bir kavram dar boğazına sığmayarak tebliğ temelinden vazgeçmeyecek. Tarafı olmak zorunda bırakıldığımız olayda, bizi gençleri için potansiyel tehdit gibi görenleri protesto etme saflığından da çoktan vazgeçmiş olmamız gerekiyordu. Bu savunma ve devamlılık durumu uzun uzun yaşanacak kendi modellerini ortaya çıkaracak. Bizim için en önemli olan nokta ise, ülkeye yön verecek akıl potansiyeli ile düşünmeye başlayacak gençlerimiz masada ne bulacak ve masadan elinde hangi karar ile kalkacak?

Ü. Bulut