Haberci71.com -  Kırıkkale Haberleri
ANASAYFA HABER ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE RSS KAYNAĞI İLETİŞİM

HAK ARAYAN ( DAVA AÇAN ) KADIN

25 Ocak 2012, 19:41

HAK ARAYAN ( DAVA AÇAN ) KADIN

 

(Hz. Peygamberin adalet anlayışı)

 

            Hak arayan kadın, şeklinde isimlendirebileceğimiz Kur’an-ı Kerim’in 58. suresi her bakımdan hak arama hürriyetinin en geniş örneğini sunmaktadır. Bu sure aynı zamanda bizlere Hz. Peygamberin hak arama özgürlüğü konusundaki hassasiyetini ve Kur’an-ı Kerim’in hak arama özgürlüğüne verdiği değeri göstermesi bakımından; hukuk devleti, hak ve özgürlükler ve özelde de hak arama hürriyeti konularında örnek dersler vermektedir.

            Büyük Müfessir Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsirinden;

            1. "Allah işitmiştir." Tahkik (kuvvetlendirmek) ve tevki', yani vuku bulması beklenen anlamını ifade etmektedir. Buna göre âyetin mânâsı şöyledir. "Evet Allah işitti, hakikaten beklendiği gibi işitti ve dinleyip gereğini yaptı." O kadının sözünü ki, kocası hakkında seninle mücadele ediyor ve Allah'a şikayette bulunuyordu. Gam ve kederini dile getiriyor, derdinin çaresini istiyordu.

            Zıhâr eski bir arap adeti olup bir adamın eşine “Sen bana anamın sırtı gibisin." Cümlesini ifade etmesi halinde, adamın artık eşi ile özel münasebetini kesmesi, yataklarını ayırması sonuçlarını doğuran geleneksel kabulü ifade etmekte idi. Bu tarz cümleler sadece eski Araplarda olmayıp kanaatimce hala yaşaya gelen ve sosyo-psikolojik etkileri itibariyle tümüyle anlamsız sayılmaması gereken ifade biçimleridir. Nitekim ağırlıklı olarak Orta Anadolu bölgemizde halk arasında kullanıla gelen “ anam avradım olsun ! “ ifadesi benzeri bir ifade şeklidir. Bir kişi böyle bir ifade kullandığı vakit bunu sosyo-psikolojik karşılığının ne olduğunu bir parça düşünelim. “anam avradım olsun ki  bir daha senin dükkanından alış veriş yapmayacağım “ diyen bir kişi daha sonra muhatabı olan kişinin dükkanından alış veriş yaparsa; bu kişi kendisini nasıl hisseder ve “ ahali “ ve özellikle de muhatabı dükkan sahibi bu cümleyi kuran hakkında ne tür psikolojik vaziyetler alır. Başta, bu kişinin söz konusu “ örfi yemin “ ardından, örfi yeminine aykırı hareketi dolayısıyla bir nebzede olsa suçluluk duygusu hissedeceğinden bahsedebiliriz. Eğer söz konusu “ örfi yemin “ sahibi kişi suçluluk duymasa dahi, ahalinin ve bilhassa muhatabının bunu ona hissettireceğinden  emin olabiliriz. Kişinin, muhatabının ve ahalinin tümünün birden olağanüstü olgun ve iyi niyetli kişiler olduklarını varsaysak dahi, en azından tarafların birbirlerinin kendileri hakkında suçlayıcı bakışlara sahip olmadıklarından emin olamayacaklarını öngörebiliriz. Sosyo-psikolojinin bu olağanüstü karmaşık matrixlerin de ilişkilerini kurtarmaya çabalayan dükkan sahibi ve müşterisinin derdine bir çaremiz olabilir mi ? Ya iki aşık arasında konulursa bu “ örfi yemin” ? Aşıkların yanan sadırlarına var mı merhem olacak bir şifamız ? Gönüllere şifa olan Kur’an verir aşıklara merhemlerini.

            “…Bu hadise (Zıhar hadisesi) İslâm'da ilk defa meydana gelen bir zıhâr olmuştu. Derken Evs çok geçmeden söylediğine pişman olup Havle'yi çağırmıştı. Ancak Havle, yanına gelmekten çekinmiş ve ona; "Canım kudret elinde bulunan Rabbime yemin ederim ki sen o sözü söyledikten sonra, Allah ve Resulü hükmünü verinceye kadar benim yanıma gelemezsin. Git Resulullah'a danış." demişti. Koca, "Ben utanırım Resullullah'a bunu soramam." cevabını vermişti… “

 

Hz. Peygamber nezdinde hak arama özgürlüğü söz konusu olduğunda “ utanma “ engelinin de kaldırıldığı bu örnekten açıkça anlaşılmaktadır. Kimseye  “Böyle bir konuyu istemeye, bu hakkı aramaya, böyle bir dava açmaya utanmıyor musun ? “ denemez. Kur’anda hak arayan “ dava açan “ kadınlara bir sure ismi tahsis edilmiş, söz buraya gelmişken; profesyonel olarak bunu yapan bayan avukat meslektaşlarımın dikkatlerine sunarım.

“ …Bunun üzerine kadın, "Ben gider sorarım." deyip Resulullah'ın huzuruna vardı ve, "Ya Resulullah! Evs beni eş olarak seçip evlendiğinde gençtim, çekici idim. Ancak yaşım ilerleyip birçok çocuğum olunca Evs beni anası gibi kıldı ve kimsesiz bırakıverdi. Eğer bana bir çare bulup onunla geçinmemi temin edersen, bunu beyan buyur ya Resulullah!" diye istekte bulundu...

Hz. Peygamberin toplumunda kadınların yerine dikkat edelim. Böyle bir derdini, sorununu o toplumun hem manevi önderi hem de devlet başkanı olan Hz. Peygambere iletmekte, bu davasını huzura getirmekte tereddüt göstermeyen kadının özgür davranışının milyonda biri bu günkü Müslüman toplumlarda  sergilenebilir mi ? 

“ …Hz. Peygamber de ona: "Ben şimdiye kadar bu konuda bir şeyle emrolunmadım, ictihadım ise senin ona haram olduğun şeklindedir." dedi. Havle, "Vallahi o, talak zikretmedi." dedi. Resulullah ise haram olmuşsun diye tekrar etti. Ancak kadın, "Kurbanın olayım nazar buyur Ya Resullullah" dedi ve bu hususta Resulullah ile defalarca mücâdelede bulundu…

İşte Hz. Peygamberin meclisi ! İşte hak arama özgürlüğüne verdiği yer !

O’nun meclisinde ki ifade hürriyetine, O’nun meclisinde ki özgürlük anlayışına çağdaş uygarlığımız henüz erişemedi. Bu gün kendisiyle münasebetini kesen kocasına karşı kadının açabileceği bir manevi tazminat davasının akıbeti tartışmaya açık olup, birde kocaya münasebete icbar edecek yahut söz konusu sosyo-psikolojik engeli ortadan kaldıracak bir sisteme sahip değiliz. Daha oraya çok yolumuz var.  Bunlar ayrıca araştırılacak konular.

“ …Havle daha sonra da şikayetini Allah'a arzederek, "Allah'ım yalnızlığımın şiddetinden ve bana zor gelecek olan ayrılık acısından sana şikayette bulunuyorum. Küçük çocuklarım var, onları ona (Evs'e) bıraksam zâyi' olacaklar, yanıma alsam aç kalacaklar." dedi…

 Dikkat ediniz, iştirak nafakasından bahsetmiyoruz. Kadının “ yalnızlığının şiddetinden “ söz ediyoruz. İşin “ iştirak nafakası “ bölümü kadının “ yalnızlığının şiddetini “ ve “ayrılığının acısını “ azaltmıyor. Devası bulunacak dert başka !

“ …ve başını göğe kaldırıp "Allah'ım sana şikayet ediyorum, Peygamberinin lisanına bir vahiy indir." şeklinde yalvardı. Havle henüz oradan ayrılmamıştı ki, hakkında Kur'ân âyeti nazil oldu. Vahyin şiddeti geçtikten sonra Peygamber (s.a.v) Efendimiz, "Ya Havle müjde!" dedi ve arkasından âyetini okudu. Bunun üzerine Resulullah, kadının kocasını çağırttı, "O yaptığın yeminle kasdın ne idi?" diye sordu. Evs de, "Onun keffâreti var mı?" dedi. Buna karşılık Peygamberimiz, "Bir köle azad etmeye gücün yeter mi? " şeklinde mukabelede bulundu. Evs cevabında, "Hayır Vallahi ya Resulullah, ona gücüm yetmez, malımın hepsi gider, köle pahalıdır, benim ise malım azdır." dedi. Hz. Peygamber de "Ona gücün yetmezse iki ay peşpeşe aralıksız oruç tutabilir misin?" buyurdu. Evs ise, "Hayır vallahi ben günde üç kere yemezsem gözümün feri kaçar." dedi. Hz. Peygamber, "O halde altmış fakiri doyurabilir misin?" diye sordu. Buna karşılık da Evs, "Hayır, vallahi buna da gücüm yetmez. Eğer bana yardımda bulunursanız, o zaman olabilir." dedi. Resulullah da "Ben sana onbeş sa' (on beş bin dirhem) yardımda bulunurum ve bereketi içinde dua ederim." dedi. Ve bu şekilde aralarını düzeltti… “

            Arabulucuk Yasasının getirdiği imkanlar ölçüsünde bu düzeye, bu anlayışa ( Barışı esas alma/ Uzlaşma anlayışına )  bir miktar daha yaklaşabileceğimiz kanısındayım. Gelelim burada bize ders verilen anlayışa. Gerek bireysel, gerekse toplumsal yanlış anlayışlarımızı, alışkınlarımızı tümüyle geçersiz kılma olanağımız olmadığında bu alışkanlarımıza, adaletsizliklerimize bir kez daha bakalım. Bizi bu günahlara, hatalara, adaletsizliklere götüren psiko-sosyal süreçleri nasıl değiştirebiliriz ? Zıhar, kalbin bir hastalığıdır. Zihar’a takılı kalmak obsesyondur. Obsesyonu yasaklayarak, aşağılayarak önleyemezsiniz. Obsesyonun kalpte bulduğu boşluğu ikame etmedikçe, kalbin tatminsizliği sizi yeni patolojilerle varlığından haberdar etmeye devam edecektir. Yoldaki çukuru sağlam dolgu maddesi ile doldurmamız lazım, “ Çukura dikkat et “ demekle kazaları önleyemezsin. Tamam bir uyarı levhasının faydası olur ama bir gün biri görmez o levhayı, acelesi vardır, dikkati zayıftır o an veya ‘ çukur küçüktür basar geçerim’ gibi yanlış düşüncelere dalar, düşer kalkamaz. Düşmez Kalkmaz bir Allah’tan başka’ da düşene derman bulunmaz. Hz. Peygamber’in adalet anlayışı ‘ trafik kurallarına riayet etmeyenlere ceza kesmekten “ ibaret olmayıp, yolu selamete kavuşturmaktır. Zihar bir şaçmalıktır, deyip iş kapatılmaz, ziharın kalpte açtığı boşluk doldurulur; Zihar’ın ( tüm zararlı alışkanlıklarımızın/ tekamüle engel blokajlarımızın) sebebi anlaşılmaya çalışılır; Zihar’ın psiko-sosyal zararlı aktivitesi ikame psiko – sosyal eczalar ile nötrolize edilir/ dengelenir, kalbin denge ve sıhhate kavuşması sağlanır. Psiko-sosyal eczalarda dozu ve kullanım şekli ile Hz. Peygamberin reçetesinde tek tek tarif edilir;

1-                           Öncelikle birini özgürleştir. Sen ne zaman birini 

özgürleştirirsen, o zaman özgürleşirsin, kalbinin obsesyon zincirlerini o zaman kırabilirsin. Özgürleşmenin yolu özgürleştirmekten geçer. Kardeşini bağladığın zincirin anahtarı senin de zincirini açar, ama senin zincirinde o anahtarın iş görmesi için en az bir kere ötekinde kullanılması gerekmektedir. Bu öyle bir anahtardır ki başkasında kullanmadan senin zincirinde işlevsel olamaz.

2-                           Birinci ilacı bünyen kaldırmıyor ise, kolunu zincirden kurtarmak için

bu kere zincir ile değil kolun ile meşgul olmamız gerekecek. Zinciri kıramıyoruz, kolunu incelteceğiz. Altmış gün oruç ile ruhunu inceltebilirsen kurtulabilirsin sosyo-psikolojik zincirlerinden.

3-                            Bu iki tablet bünyene çok geldi ise, altmış adet küçük haptan birer

birer almaya başlarsın, altmış yoksulu doyurursun, o zaman bünye ilaca yavaş yavaş alışır.

            4-                Bu sonuncu tablette bünyene ağır geldi diye hüzünlenme, Alemlere Rahmet olan seni yalnız bırakmaz, merhamet öznesi nesne olur, birliği bütünlüğü hatırlatır, aramıza gelir, sen olur, ben olur kalbindeki boşluğu kendi ile doldurur, on beş dirhemi de kendi verir, yine seni çaresiz bırakmaz.             

“…Yine rivayet edilir ki …Hz. Ömer'in yanında bulunanlardan biri "Ya Emir'el-Müminin! Şu kocakarının karşısında Kureyş'in adamlarını beklettin." dedi. Hz. Ömer ona, "Yuh olsun sana, kim o biliyor musun?" dedi. O da, "Hayır bilmiyorum." deyince, Hz. Ömer, "Bu, Allah Teâlâ'nın yedi kat göğün üstünden şikayetini dinlediği kadındır. Bu Havle binti Sa'lebe'dir. Vallahi geceye kadar gitmeseydi, ihtiyacını bitirmeden ben ayrılmazdım."

 

Yargımız iş yükünden avukatları dinlemeye vakit bulamıyor. Birde, önemli- önemsiz dosya ayrımımız var. Dikkatinizi çekerim, davacı Havle’nin davası eşinin kendisi ile özel ilişkisini kesmesi nedeni ile oluşan mağduriyetin giderilmesi davası olup, davalı Evs’in psiko-sosyal durumunu dikkate alan bir hüküm ile mağduriyet gideriliyor. Kur’an’ın kaç ayetini bu konuya ayırdığını görüp; günümüzdeki, elimizdeki dava dosyalarının arasına böyle bir dosya girse, böyle bir konuya avukatın, savcının, yargıcın, mahkemenin, yargıtay’ın ayıracağı zaman olur mu, olursa bu ş yükünde kaç saniye olur,  tartışmak lazım !? 

2 – “”2 - İçinizde zıhâr yapanların kadınları, onların anaları değildir. Onların anaları ancak kendilerini doğuran kadındır. Şüphesiz onlar çirkin ve yalan bir laf söylüyorlar. Kuşkusuz Allah, affedici, bağışlayıcıdır. 3 - Kadınlardan zıhâr ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin, karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir. Size öğütlenen budur. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. 4 - Buna imkan bulamayan kimse, temas etmeden önce aralıksız olarak iki ay oruç tutmalıdır. Buna da gücü yetmeyen, altmış fakiri doyurur. Bu (hafifletme), Allah'a ve Resulüne inanmanızdan dolayıdır.”

            Eşim ilk doğumunu yaptığında, bana ve bebek görmeye gelen İlahiyat profesörü bir dostuma/hocama  sormuştu “ Yeni doğanın ve lohusanın mezar kapısı kırk gün açık kalırmış, doğru mu ? ” Tefsir alanında Türkiyenin en yetkin uzmanlarından Tefsir ana Bilim Dalı Başkanı hocam birazda kızarak “ Nerden uyduruyorlar böyle hurafeleri, dinde böyle bir hüküm yok” dediğinde, “ Var hocam, mesela Zihar böyle bir meseledir. Hurafelerin dinde bence şöyle bir yeri var. Hurafeyi incelemek lazım; mesela bu hurafe yeni doğanı ve annesini kırk gün korumayı, sağlığına sıhhatine dikkat etmeyi sağlamak için gerekmiş olabilir ve tıbbende biliriz ki kadın da yeni doğanda bu dönemde henüz çok zayıftır. Üstelik Kur’an zihar konusunda bile “ bu saçma sapan bir hurafedir” deyip işi bitirmediğine ve ciddiye alıp hakkında bir hüküm vaz’etmiş olduğuna göre ve “ zihar hurafesinden “ büyük olmayan “Mezar kapısı hurafesine” sizde aleminizde bir yer verip, “ Yeni doğanın ve annesinin mezar kapısını kapatmak için sıhhatine dikkat et ve verebileceğin kadar sadaka ver. O zaman o kapı kapanır. “ der iseniz; hem anne, yenidoğan, gelen giden, akrabayı taallukat buna özen gösterir, bir sosyal hijyen ve sıhhat sağlanır; hem yoksulların karnı doyar; hem de siz hurafe alerjiniz dolayısı sinirlenmenizin kızgınlık enerjisi üretmenizin önüne geçmiş oluruz. Durduk yer niye sizi kızdıralım hocam. Siz de böyle söyleyince anneye, bebeğe, toplum sağlığına ve yoksullara hizmet eden bir beyanda bulunmakla mutlu, huzurlu olursunuz. Siz mutlu olunca- sizi kızdırmış olmak yerine mutlu etmiş olmakla- biz de mutlu oluruz.” Demiştim de  “ Bebek görmek “ merasiminin tadı kaçmamıştı. Samimi inancım o ki mezarın açık kalan kapısı teşbihi de kalbin bir noksanına, bir çukuruna tekabül eder. O boşluğu doldurmaktı niyetim.         Bu hukuk, adalet anlayışına bizden daha yakın gördüğüm AB ülkeleri mevzuatlarına uyum sağlamaya devam ederek ileri de örneğini kendimiz oluşturabilmemiz ve bu hukuk/ adalet anlayışına bir an önce erişmemiz dileği ile…

                                                                                                          Av. SrAv.Serkan Sönmez

 

Bu haber 3255 defa okunmuştur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit
KIRIKKALEDE TARİH YAZAN ÜÇLÜ10 Ocak 2021

HABER ARA


Gelişmiş Arama

REKLAMLAR



 


RSS Kaynağı | Yazar Girişi | Yazarlık Başvurusu

Altyapı: MyDesign Haber Sistemi