Haberci71.com -  Kırıkkale Haberleri
ANASAYFA HABER ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE RSS KAYNAĞI İLETİŞİM

ŞEHVET

Ahmet ZENGİN

01 Şubat 2014, 01:47

Ahmet ZENGİN

ŞEHVET

Doğan AVCIOĞLU nun Türkiye’nin Düzeni,Dün-Bugün-Yarın ismli kitabından altını çizdiklerim önemli bölümlerini  sizlerle paylaşmak istedim bugün.

*Mutluluk sadece azınlığın lüksü olmuştur.

*Çağdaş uygarlık düzeyindeki şerefli yerimiz gerçekten devrimci olduğumuz, dış destekli tutucu güçlerin tuzaklarına kanmadığımız taktirde hazırdır

*Kalkınmanın dış engelleri zaten ezeli sorunumuzdur.

*Ülkenin doğusu ile batısının bütünleşmesi, doğu isyanının pre kapitalist sömürüden kurtarılması da diğer bir olmazsa olmazdır.

*Türkiye için ABD tipi kalkınmadan ziyade milli devrimci ya da devletçi kalkınma yoluna başvurmak doğrudur.

*Kalkınmanın yollarında” önerilen çok kısa özetle mevcut düzenin değişmesidir. Bu düzenin nerden geldiğini ve ne olduğunu inceledik. Tablo, milli gelirin azlığı, var olanın da mutlu azınlık tarafından lüks tüketime yani yabancı ürünlere harcanarak ziyan edilmesidir. En alt gruplar son derece düşük yaşama düzeyinde iken milli gelirin yarıdan fazlası ailelerin 1/5ine gitmemektedir. Bu şanslı aileler de hasılatlarının çok çok az bölümünü yatırımda, milli kalkınma yolunda kullanır. Geniş miktarda işgücü sahipleri, hizmet sektörü ezilen konumdadır.

*Ticaret antlaşması ile AET’ye girişimizin prosedürü Ankara antlaşması arasındaki benzerliktir. İlginç nokta Lozan gibi bir bağımsızlık bildirisinin ve ekonomik bağımsızlığımız meşrutiyet kaynağı Ankara uzlaşmasının aynı politikacı, İnönü tarafından imzalanmış olmasıdır. Zira, Avrupa’ya katılmamız diğer üye ülkelerle eşit koşullarda değil (örneğin aynı tarihlerinde Yunanistan tam üyeliğini elde etmişti) çorbadandır. Multinasyonel şirketler yani ABD+AET karışımı kuruluşlar artık Türkiye’nin ekonomik tablosunu oluşturmaktadır. Zaten, hem askeri hem d özel sektör alanlarında ABD’nin boyunduruğundaydık, şimdi de hiçbir temsil gücümüzün, bulunmadığı AET’nin kararlarına da esir düştük. İkinci sınıf Avrupalılığın bize tanımış olduğu sözde tavizler, taviz niteliğinden sıyrılıp 1838 misali kapitülasyonlara denk düştü. Ortak pazarda Türkiye’nin geleceği, serbest dolaşımla meydana çıkan işgücü ve beyin göçü, planlı ekonomiden vazgeçilmesi tarzında şekillendi.

*Özel sanayi ithalata dayalı montajcıdır, ayrıca bilgisizlik, fazla kar amacı, haksız rekabet gibi nedenlerle kendisinden bekleneni gerçekleştiremeyince devletten bir takım tedbirler talep edilmiştir. Esasen, montajcı yapısı ile sanayiimiz döviz tasarrufundan ziyade israfa sebebiyet vermiştir. Kısacası teknolojik bağımlılık en büyük hatamızdır. Anahtar teslim fabrikalar yerine makine yapım sektörüne en büyük önemi vermeliydik. Az gelişmiş ülkelerde, yabancı sermaye ve onunla iş birliği yapan yerli sermayeye dayanarak yürütülen kalkınma denemesi güney Amerika ülkelerindekine benzer sonuçlar vermiş; ekonomik krizi, hiper enflasyonu perçinlemiştir.

*Kısacası, tüm ithalat-ihracat dalavereleri yanında enflasyon sabit gelirlileri perişan ederken iş çevrelerinin gelirlerini arttırmıştır. Kolayca zenginleşen sınıfların, çoğunluğun artan sıkıntı ve ızdırabıyla paralel ilerleyen lüks ve sefahat hoşnutsuzluğu körüklenmiştir. Zira, mutlu azınlık deyimi Menderes yıllarından kalmadır. Bu miras 27 Mayıstan sonraki dönemin daha sistemli ve görünüşte daha başarılı bir kapitalist sınıf imal etme çabalarına adanmasına favorize etmiştir. Planlı ekonomi döneminde 27 Mayısa ulaşmanın orijini her mahallede bir milyoner yaratmak propagandasının çöküşü, çarpık kapitalistleşme çabaları ve enflasyonun körüklediği hoşnutsuzluk ortamıdır. İhtilalin yegane amacı demokratik bir anayasadır; fakat “ sosyal devlet “, “çalışma “ gibi kelimeler büyük önem teşkil eder. Belli fikirleri ve kadrosu olmayan bu harekatın entelektüel ortamda geliştiği kesindir. Demokratik bir AY kaleme alınması iş çevrelerini telaşlandıran “servet beyannamesi sistemi “ ve sosyalizasyon kanunu olumlu gelişmelerdendir. Hareket toplumsal temele pek oturtulmadığı halde popülist ve halkçı gayelerle kendini lanse etmiştir. Bu olayları, “ Devlet Planlama Teşkilatı “ nın kuruluşu ve ilk 5 yıllık plan (1963-1967) izler. İktisadi devlet teşekkülleri ve toprak reformu konularında anlaşmazlıklar çıksa da plan ABD tarafından beğeniyle karşılanmıştır. Bu devrim “az gelişmiş ülkelere uluslar arası yardım” ideolojisi Türkiye’nin dış ticaret planlamasının başarısızlığına, kamu sektörüne ait yatırımların gerçekleşmesine yol açmıştır. Planlı dönem, plansızlıktan kalkınma hızında değişiklik getirememiştir. Demirel’in iktidara gelmesiyle özel sektör, kamu sektöründen fon aktarmaları, fiilen gelen yabancı sermaye yardımlarıyla altın çağını yaşamıştır. Sanayiciliğimiz bayilik usulü ilerlemiş mümessillik anlaşmaları ve plansız, dağınık anarşik gelişmeler yüzünden sanayi “montaj + paketleme” statüleri ile sınırlı kalmıştır. Kapitalist sınıf öte yandan akademik çevrelerin bilimsel, teknik bilgilerinden yararlanmayınca tatminsiz kılınan aydınlar ve çıkarlara göre hareketlenen reklam-basın sektörü doğmuştur.

*1960’lı yıllar tatlı iş alanları da doğurmuştur: NATO antlaşması çerçevesinde girişilen büyük askeri inşaat işleri, yabancı mütahit firmaları yanı sıra yerli büyük mütahit mütahitler ve nakliyeciler yer alır. Hızla gelişen ikinci büyük alanda karayolu nakliyeciliği olmuş, petrol ithal edilirken demir ve deniz yolları geri planda bırakılmıştır. Birdenbire fırlayan diğer bir sektör emlak işleridir; arsa spekülasyonu görünmemiş ölçülere ulaşmış dahası banka ve sigorta oyunları kredi alan şirketleri yükselteceği yere limitsiz kredi imkanlarıyla gözleri boyanan kuruluşları batırmıştır. Batan tüccarlar borçlarını ödeyemeyince de alacaklı bankalarda iflas etmiştir. Sigorta alanında ise en büyük tatlı müşteri her zaman ki gibi devlettir. Özetle ithalat oyunlarında döviz sıkıntısı çekilen yıllarda bütün mesele devletten müsaade elde edebilmektir. İş adamları arasındaki mücadele, bakanlık kapılarındaki çekişme ittihat ve terakki iktidarının 1. dünya savaşı yıllarını aratmaz niteliktedir.

 

*Şimdi sıra tarım dışı yani sanayideki kapitalist gelişmelere geldi. Devlet fabrikalarını dış ticarette özgürlük izlemiş, liberasyon davası, borçlan borçlanabildiğin kadar politikası ile neticelenmiştir. Fakat Türkiye bu dış ticarette serbestleşmenin bedelini çok ağır ödemiştir. Öte yandan devletin kapitalist imali de imalat hatasıyla sonuçlanmış. Cumhuriyetin gençlik yıllarında amaç, milli kapitalist imali iken şimdi amaç çıkarlarıyla büyük yabancı firmalara ve devletlere bağlı bir kapitalist sınıf yetiştirmeye dönüşmüştür. Eğer birinci gayeye devam etmiş olsaydık kim bilir TC Japonya modeli olabilirdi. Bu hata da ilk göze çarpan vekiller Çukurova elektrik ve Ereğli demir çeliğin devlet sermayesi ve devletçe sağlanan dış kredilerle kurulmasıdır. İki büyük özel teşebbüs, devlet teşebbüslerin özelleştirilmesi kapitalist sektörünün genişlemesinde karma şirketlerin güçlü araçlar olduğunu ispatlar. Özel sektör bilançosunda bu yıllarda anlaşılan umulan kapasiteye ulaşılamadığı, akraba şirketlerinde yeterince mühendis çalıştırılmadığından teknik gelişmenin gerçekleşmediğidir.

*Tarımda kapitalist gelişmeler toprak yoğunlaşmasına sebebiyet veren Mersholl yardımlarıyla patlar. Türkiye’den beklenen tarıma önem verilmesi ve Avrupa’nın gıda ve hammadde deposu haline gelmesiydi. Bu dönüş DP iktidarının işine gelince Menderes politikalarıyla bu sektörde adaletsizlikler artmıştır. Kudretli çiftçiler mera tahribine yönelirken, ufak çiftçiler orman tahribine girmişlerdir. Ziraatın ani makinalaşması bir kısım işsiz kalan köylüyü bu illegal faaliyetlere itmiştir.

*Türkiye’nin tarım ve tarım dışı faaliyetlerinin yıllarca tabii ki vakti zamanın hükümetlerinin destek ve yardımlarıyla da emperyalist iki bloğun ataklarına maruz kaldığıdır. ABD ve Ankara antlaşması ardından AET’nin oyunlarıyla 3.Dünya ülkeleri arasında düşüşümüz işbirlikçi kapitalist çevrelerle birlikte tecrübesizliğimizin eseridir.

*1950 seçimleriyle iş başına gelen DP iktidarı dolar diplomasisinin kapısını aralar. Artık her şey dolar için diye özetlenebilecek komproder ideaları yaygındır, ardından kongreye Türk askerleri gönderilir ve bu sevkiyetle TC NATO’ya kaydını yaptırır. Menderes hükümeti topraklarımızın Amerikan istihbarat servisine açılmasına izin verirken “Dolar daha fazla dolar emeliyle” kredi musluklarını ölçüsüzce açar, borçlan borçlana bildiğin kadar dönemi başlar.

*1950 seçimleriyle iş başına gelen DP iktidarı dolar diplomasisinin kapısını aralar. Artık her şey dolar için diye özetlenebilecek komproder ideaları yaygındır, ardından kongreye Türk askerleri gönderilir ve bu sevkiyetle TC NATO’ya kaydını yaptırır. Menderes hükümeti topraklarımızın Amerikan istihbarat servisine açılmasına izin verirken “Dolar daha fazla dolar emeliyle” kredi musluklarını ölçüsüzce açar, borçlan borçlana bildiğin kadar dönemi başlar.

*ABD ile yardımlaşmamız, harp dışında kalsada savaşın açtığı sosyal-ekonomik faaliyetlerini sırtında taşıyan TC zamanında askeri alanda yoğunlaşmıştır. Bu bir nevi teknik yardımın ideolojik bir örtüye dönüşmesine vesile olacaktır. Ama ordumuz uydu ordu konumunu tam anlamıyla almayacaktır. Ama aynı dayanıklılık kapitalist çerçeveye uymamıştır. Keza artık milli kapitalizm değil işbirlikçi kapitalizm görülmektedir. Ve tamda antikominizm bu çevrelerin dilinde sakız olmuştur. Sol hareketler ortadan kaldırılmış bunu takilan irticai hareketler perçinleşmiştir. MaCarthıcılık anlayışı irtıcan yeni ifadesi olmuştur. Demokrasi istekleriyle başlayan çok particilik hürriyetlerin kısıtlandığı bir sürece bürünmüştür

*1946 da DP’nin kuruluşuyla TC çok partili döneme girmiştir. İnönü’nün bilinçli teşvikleri, Sovyet tehlikesi, batılıların telkinleri ve o devirde tek parti yönetimlerine duyulan antipatiye dayanır. Yalnız çok partili dönemi sadece dış baskıya bağlanmak gerçeği yansıtmaz. Tüm toplum katmanlarına duyulan hoşnutsuzluk baştaki partiden alınacak beklentilerin sonuçsuz çıkması bu geçişin iç dinamikleridir. Özetle toprak reformu yerine tarım reformu, devletçilik yerine özel teşebbüs yabancı sermaye bağımsızlıktan ziyade ABD uyduluğu, ileri karakolculuk, köy enstitüleri yerine imam hatip okulları arzu eden DP’nin kuruluşu çok partili hayatın kimlerin yararına olduğunu ispatlar. İşin ilginç yanı bu sınıfların yükselişi sadece DP kadrolarında değil CHP içindede gözlemlenmiştir. İyimser olmak gerekirse çok partili hayat büyük toprak sahiplerinin ve tüccarların nüfusunun artmasının yanı sıra genel oy parti rekabeti gibi parçalarıyla jandarma baskısını azaltmış, idarenin işçi ve köylüye davranışını yumuşatmıştır. Kitleler politikacıların köylülere nutuk atması gibi minor sebeplerle vatandaş olma duygusuna kavuşmuş.

 

*Türkiye’nin idam fermanı 1838 ticaret antlaşması, Anadolu’yu batının açık pazar haline getirmesi, gümrük esaretine yol açmıştır. Tabi kaynaklar bakımından zengin topraklar uyandırdığı iştahlara, batının taarruzuna yenilmiştir. Kapitalizme geçişin esansı bağımsız ekonomi Duyum-u Umumiye’nin kuruluşuyla hayal statüsüne düşmüştür. Açık pazardan gelen uygarlık sanayinin gelişmesini engellediği gibi varolan Türk sanayiini de çökertmiştir. Modern sanayi kurma çabaları çoğu gıda sektörüne dayanan alış kuruluşlarla sınırlı kalmış iktisadiyemiz batının hakimiyetine girmiştir.

Başlıktaki Şehvet  sizin yazıyı sonuna kadar okumanız için yazılmıştır.Çünkü aklımız sadece orada.Gemi batıyor beyler.Sizde içindesiniz.

KAYNAKÇA;   Doğan AVCIOĞLU TÜRKİYE’NİN DÜZENİ DÜN-BUGÜN-YARIN BİRİNCİ CİLT+İKİNCİ CİLT

 

Bu haber 2847 defa okunmuştur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit
KIRIKKALEDE TARİH YAZAN ÜÇLÜ10 Ocak 2021

HABER ARA


Gelişmiş Arama

REKLAMLAR



 


RSS Kaynağı | Yazar Girişi | Yazarlık Başvurusu

Altyapı: MyDesign Haber Sistemi