Arınmaya yolculuk 9 bölüm
Kalbi Mekke için Medine için yanıp tutuşan ve oralara ulaştığında 9 şiddetinde sarsılanlar için yazılmış, hem bir rehber olsun, hem yaşadıklarımızı anlatısın amaçlı bu yazılara vesile olanlardan Yaradan razı olsun..
Kâbe;
Müminlerin kalbinin müşterek attığı bir mihrap ve “insanlar için vazedilen ilk ev…” takdir ve tebciliyle yüceltilmiş ilk mabettir. Temeli, yeryüzünde henüz, harcın, taşın, tuğlanın bilinmediği bir dönemde, gökler ötesi âlemlerde plânlandı ve durulardan duru, bir nebi’nin eliyle gerçekleştirildi. Oturduğu zeminin o işe tahsisi, Âdem nebinin yeryüzüne teşrifinden yıllar ve yıllar önce kararlaştırılmıştı. Öyle ki, bir
gün melekler Hz. Âdem’le karşılaştıklarında “Sen, var edilmeden evvel bizler defalarca Kâbe’yi tavaf ettik.” diyeceklerdir. Kâbe; bulunduğu noktaya o kadar uygundur ki, ona dikkatlice bakan herkes, bulunduğu yerle onun ruh ve manası arasındaki sımsıkı bağlantıyı hemen sezebilir. Sanki, o hariçten getirilmiş rastgele malzeme ile değil de yerden fışkırıp çıkmış veya gökte melekler tarafından inşâ edilip
sonra yeryüzüne indirilmiş gibidir. O, yanı başındaki, yanmış kavrulmuş, büyük, küçük, dağ-tepe ve taş yığınları arasında, bir zikir halkasındaki serzâkire benzer. Çevresindeki her şey onun iniltileriyle inler, onunla yukarılara el kaldırır ve sonra da sessiz sessiz onu dinlemeye koyulur.
Kâbe, yeryüzünde en mübarek yerdir. O mübarek yerin bereketindendir ki, oradan peygamber zuhur etmiştir. Hatta denilebilir ki, peygamberler, dünyanın değişik yerlerinde bulunsalar da hemen hemen hepsinin mebde ve menşeleri Kâbe’dir. Bu açıdan orası enbiyâ-i izâm için âdeta bir konak mesabesindedir.
Kâbe, o derin mana ve kutsiyetiyle, tâ Hz. Âdem ve onun yaratılışından önceki zamanlara gidip dayanan ve daha sonra Hz. İbrahim’le bilmem kaçıncı kez ortaya çıkarılıp imar edilen, Nûr-u Muhammedî (a.s.)’nin dölyatağı ve bütün semâvî dinlerin kıblegâhı, bir tevhit ocağıdır. Bu hususiyetleriyle ona denk, Allah evi denebilecek ikinci bir bina yoktur.
Kâbe, hepimizde ürperti hâsıl eden dağ ve tepeler arasında daha çok filizlenmiş bir nilüfere benzemesinin yanında, içinde varlığın esrarını taşıyan bir sır fanusu,
Sidretü’l-Müntehâ’nın izdüşümü veya gökler ötesi âlemlerin özünden meydana gelmiş bir kristal gibidir. İnsan o sır fanusunun çevresinde döndüğü sürece, akıp dışarıya sızan dünya kadar gizli şeyler hissettiği gibi, zaman zaman da, Sidretü’l-Müntehâ’ya kilitli bu prizmadan gökler ötesi âlemleri de temâşâ eder.
Evet, hemen herkes, onun harimine sığınır-sığınmaz, zaten ruhlarında mevcut olan his ve düşünce enginliğinde daha bir derinleşerek Kâbe’yi, kendi varlıklarını ve Cenâb-ı Hakk’ın matmah’ı nazarı bu iki unsurun birbiriyle münasebetlerini düşüne düşüne, içlerine açılan bir kısım sırlı kapılardan geçerek, o güne kadar tanımadıkları en mahrem dünyalara açılırlar.
Elbette ki bu duyuş ve bu seziş, bu mana ve bu ruh ancak, sağlam bir iman, mükemmel bir İslâmi hayat ve tastamam bir ihlâs birleşiminden hâsıl olacaktır.
Anne karnındaki çocuğun beslenmesini sağlayan göbek (kordon) bağı nasıl anne ve çocuk için hayatî önem taşıyorsa; Kâbe de yerle göğü birbirine bağlayan bir bağdır.
Kâbe, sadece etrafı taş duvarlarla çevrili mekân değildir; o, aynı zamanda yerle göğü birbirine irtibatlandıran nurlu bir bağdır. Miraçta Efendimizin gözünü, hiçbir şey değil, arzın merkezinden semaların üstüne kadar yükselen ve Sidretü’l-Müntehâ ile noktalanan bu Nurdan Sulun kamaştırmıştı.
Zaten, her zaman melekler, bu renkler cümbüşünü durmadan tavaf eder dururlar da, bir kere dönene bir daha sıra gelmez.
Kâbe’nin yeri ve şekli de çok önemlidir. Onun bu öneminden dolayıdır ki, bugüne kadar Kâbe üzerinde en küçük değişikliğe izin verilmemiştir.
Kâbe, yeryüzünde gerçek cemaat manasına esas teşkil eden çok mübarek bir mekândır. Kâbe, insanların kalplerinin vahdetini sağlayacak bir binadır ve insanların yanlış yere yönelmemeleri için yapılmıştır.
Dünyanın dört bir yanından bütün insanlar, Kâbe’ye doğru yönelirken, hep birlikte aynı noktaya yönelmiş olmanın kazandırdığı bir cemaatleşme şuurunu yaşarlar. Bu ise, çok önemlidir; şüphe ve tereddütlere karşı o yöne yönelme insanda şöyle bir duygu hâsıl eder: Nasıl ben şu anda Kâbe’ye yöneliyorum; benimle birlikte dünyanın dört bir yanından o ebedî mihraba yönelen milyonlarca insan var ve bunların içinde yüzlerce veli, asfiyâ, ebrar da var. O halde senin bulunduğun şu saf, Kâbe’nin etrafında bir halka teşkil ediyor. Onun arkasında ayrı bir halka, onun arkasında ayrı bir halka ve bu halkalar kürre-i arzın son noktasına kadar devam ediyor. Kim bilir bu safların arasında ilâhî esrara açık nice insanlar var ki sen onların eline su bile dökemezsin.
Evet, esas bu yönüyle de Kâbe, âdeta manevi iplerle insanları birbirine bağlayan bir kuvvettir ve Cenâb-ı Hak onu insanlar için bir kıyam noktası kılmıştır.
Kâbe, yeryüzüne saplanmış Rabb-i Rahîm’in bir sancağıdır. Kâbe, nişandır, alâmettir. Kıyamete kadar insanlığın mihrâbıdır.
Kâbe; bakış zaviyesini iyi belirlemiş olanlara göre, boynu ötelere uzanmış, bir bize, bir de sonsuzluğa bakan; yer yer sevinen, zaman zaman da kederlenen bir hâli olduğu hissini uyarır.
Dünyada Kâbe ve çevresi kadar, biraz hüzünlü de olsa, ama mutlaka gizemli daha câzip bir başka yer göstermek mümkün değildir. Oralara yüz sürme bahtiyarlığına eren ruhlar, ebediyen başka bir ibadet mahalli arama vehminden kurtulurlar ve oraların öteler buudlu câzibesini ömürlerinin gurûbuna kadar da asla unutmazlar.
Kâbe’de kim neyi görmek isterse onu görür. Kişi anlayışına göre, ya taşlardan yapılmış bir bina ya da onun sahibini!
Kabe’de iftar
Her anı her dakikası bir başka güzel Kabe günlerimizde iftarların bir başka güzel geçtiğini görüyoruz
İkindi namazından sonra eni bir metre boyu yerine göre uzayan on yirmi metre olan naylonlar seriliyor. Üzerine hurmalar, ekmekler, simitler, yoğurtlar konuluyor. Bazen portakal bazen elma bazen muz konuyor.
Sofraların serileceği yerler önceden belirlenmiş. Yani ramazandan önce iftar ikram edecekler yerleri bir nevi kiralamışlar. Yani kimin nerede iftar vereceği belli. Zaten iftar ikramında bulunacak insan bunu bu işi yapan firmalara ihale etmişler. Firmalar bu insanlar adına hazırlığı yapıyor ve insanları davet ediyor.
Öyle güzel bir tablo ki, sofralar hazırlanıyor, kimin nereye oturacağı belli değil, sofraya kimin misafir olacağı belli değil. çocuklar sizi davet ediyor, herkes kendi sofralarına oturulması için ısrar ediyor. Zengini fakiri yok. Herkes aynı yerde iftar yapıyor. Etlisi sütlüsü aynı yiyor herkes.
Bizim grubumuzda Şakir abinin başlatması ile Aslan abi ve bizlerin ikramı ile iftar yemeği düzenliyoruz. İkindi namazından sonra alış veriş merkezi olan bin Davut’a gidiyoruz. Şükürler olsun yapıyoruz alış verişimizi. Adem hocada bizlere yardım ediyor. Birazda farklılık olsun diye çikolatasına kadar alıyoruz her şeyden. Taksiler haram yani Kabe tarafı kalabalık olduğundan almıyor bizleri. Elimizde getirsek çok uzak. Tam çaresizken bir otobüsün önünde Türk bayrağı görüyoruz. durduruyoruz. Şoförle çok anlaşamasak da diyanetin otobüsüne binip geliyoruz. İndiğimiz yere uzak olduğundan omuzlarımızda taşıyoruz. Sıcak ve kalabalıkta getiriyoruz peygamberimizin doğduğu evin önüne.
Orada buluşacağız anlaştık grupla. Hemen dağıtıyoruz, iftara az kaldı. Adem hoca yine okuyor kuranımızı. Ruhumuz aydınlanıyor. Grubumuz haricinden değişik ülkelerden insanlara da ikram ediyoruz bol bol. Bazıları hemen oracıkta oturuyor iftara, bazıları çantalarına koyuyor belki sahurda yemek belki çocuklarına ikram etmek için dağıtılanları.
Ezanlar okunuyor ilk yudum zemzem tüm kirlerimizden arındırıyor ve alıyor tüm yorgunluğumuzu. Kabe’de iftar başka. Kabe’de dostlar ile iftar başka. Kabe’de ikram başka ve Kabe’de iftar sonrası bizim hocanın sohbeti, yüklemesi başka.
Yazının devamı bir sonraki gün
Bu haber 3875 defa okunmuştur.