Haberci71.com -  Kırıkkale Haberleri
ANASAYFA HABER ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE RSS KAYNAĞI İLETİŞİM

Arınmaya yolculuk 27 bölüm MİNA

Fazlı GÜVENTÜRK

05 Aralık 2012, 17:08

Fazlı GÜVENTÜRK

Arınmaya yolculuk 27 bölüm

            Kalbi Mekke için Medine için yanıp tutuşan ve oralara ulaştığında 9 şiddetinde sarsılanlar için yazılmış, hem bir rehber olsun, hem yaşadıklarımızı anlatısın amaçlı bu yazılara vesile olanlardan Yaradan razı olsun..

            MİNA

            Mina: Haccın mühim menâsiğinden (Hac’da yerine getirilmesi gereken vazifeler) bir kısmının icrâ edildiği bir mekandır. Müzdelife ile Mekke arasında yer alır. 

            Harem bölgesine dâhildir. Müzdelife vakfesinden sonra hacılar bayramın birinci günü, sabah namazından sonra buraya gelirler. Burada kurban kesip ihramdan çıkar ve traş olurlar.

            Şeytan taşlama yerleri de buradadır. Buraya Mina denmesi, burada kurban kesilerek kan akıtılmasındandır. Hz İsmail’e bedel olarak gönderilen koçun burada kesildiği kabul edilmektedir. Mina, ‘kan akıtmak’ anlamına gelen “emnâ” kelimesi ile aynı kökten gelmektedir.

            Yine Hz. Âdem (a.s.)’in, cenneti burada temenni ettiği için bu ismi aldığı söylenmiştir.

            Mina’nın Hz. İbrahim ve Hz. İsmail ile hatırasına gelince; Allah (c.c.), Hz. İbrahim’e uzun yıllar çocuk vermemişti.

            Hz. İbrahim: “Eğer Allah bana iyi bir evlat verirse onu Rabbimin yolunda kurban edeceğim.” diye adak yapmıştı. Allah-u Teâlâ Hz. İbrahim’e oğlu İsmail’i ihsan etti. İsmail, yürüyüp gezebilecek çağa gelince, bir gece Hz. İbrahim rüyasında oğlunu kurban etmekte olduğunu gördü.

            Bir mânâ veremedi. İkinci gece aynı rüya tekrarlandı. O günü tefekkürle geçirdi. Üçüncü gece de aynı rüyayı gördüğü zaman artık bunun ilâhi bir emir olduğuna kanaat getirdi ve emri yerine getirmek üzere yola çıktı.

            Yıllarca evvel henüz çocukken getirdiği ve henüz doya doya sevme imkânı bile bulamadığı yavrusunu bu defa kurban etmek üzere yolları aşmış, çölleri geçmişti.

            Hz. İbrahim Mekke’ye ulaşınca henüz buluğ çağına gelen Hz. İsmail’i buldu:

- Oğlum, ip ve bıçak tedarik et arkamdan gel, dedi. Hz. İsmail, istenilenleri hemen aldı ve babasının arkasından yürümeğe başladı.

            Yolda kendisini karşılayan bir adam: - Nereye böyle ey İbrahim, dedi.

- Şu vadide bir işim var. Vallahi ben öyle zannediyorum ki şeytan senin rüyana

girdi, oğlunu boğazlamanı emretti. Şimdi sen de onun emrini yerine getirmeyi düşünüyorsun. Hz. İbrahim onu tanımıştı. Defol yanımdan ey Allah’ın düşmanı, yemin ederim ki ben Rabbimin emrini yerine getireceğim, dedi.

            İblis Hz. İbrahim hakkında geniş bir tecrübeye sahipti. Özellikle kendisinin “iblis” olduğunu öğrenmesinden sonra ona tesir edemeyeceğini biliyordu. Karşısındaki henüz hile ve aldatmacanın ne demek olduğunu bile bilmeyen Hz. Âdem değil, İbrahim Halilullah idi. Bu sebeple işi uzatmanın manası yoktu. Hemen oradan uzaklaştı. Daha tecrübesiz olanları bulmalıydı.

            Derhal Hz. Hâcer’e gitti. Hz. Hâcer, tanımadığı bir adamın geldiğini gördü. Ey Hacer, İbrahim nerededir? Zannederim odun toplamak üzere gittiler. Yazık sana ey Hâcer! Onun, İsmail’i kurban etmek üzere geldiğini bilmiyor musun? Şu anda o İsmail’i kurban etmek üzeredir. Ne demek, İbrahim pek merhametli, pek şefkatli bir babadır. Böyle bir şeyi asla yapmaz. Şaşarım sana ey Hâcer! O bir zamanlar sizi burada tek başınıza bırakıp gitmemiş miydi? Yiyeceğiniz, içeceğiniz yoktu. Yardım edecek kimseniz yoktu? O zaman bizi buraya Allah’ın emri ile bırakmıştı.       Yalancının yüzünde bir gülümseme belirdi. Şimdi sözüne inandırma imkânını bulmuştu: Bu defa da Allah’ın emriyle oğlunu kurban edecek…! Bu söz Hz. Hâcer’de bir sarsıntı meydana getirmedi. Eğer bunu Allah emretti ise yapmalıdır. Bize düşen Allah’ın emrine teslim olmaktır. İblis bu defa taktik değiştirip; Ey Hâcer! Sen ne merhametsiz bir kadınsın. Çocuğuna karşı hiç mi merhametin yok? Buna gönlün nasıl razı oluyor?

- Onu bana bağışlayan Allah’tır. Dilerse O’na kurban etmek de vazifemizdir.

- Sen neler söylüyorsun ey Hâcer, aklın varsa koş yetiş.Rüyasına aldanarak oğlunu kesmeğe çıkan İbrahim’e engel ol. Hz. Hâcer birden adama dikkatle baktı; O’nu tanımıştı. Sen mutlaka şeytansın, defol buradan!... dedi.

            İblis bu defa çok sert bir kayaya çarpmıştı. Allah’ın emrini her şeyin üzerinde tutan bu hanımı kandıramayacağı belli olmuştu. Şeytan, hiçbir iş yapamamış olmanın üzüntüsü içinde oradan ayrıldı. Hz. İbrahim önde gidiyor, kurbanlık onu takip ediyordu. Bir ara Hz. İsmail, yanında bir gölgenin belirdiğini hissetti. Baktı, tanımadığı bir adamdı. Güzel çocuk, baban seni nereye götürüyor, biliyor musun? Zannederim odun toplayacağız. Şeytan “aldanıyorsun” dercesine başını salladı: Baban seni kurban etmeyi düşünüyor. Babam beni neden kurban etsin ki? Çünkü bunu ona Rabbi emretti. Şeytan bu sözü, Hz. İsmail’i inandırma maksadıyla söylemişti. Ama söylediğine bin defa pişman olmuştu. Çünkü aldığı cevap, bir çocuktan beklenmeyecek olgunluktaydı. O halde Rabbi ona neyi emretti ise onu yapmalıdır.

Rabbimizin emri başımızın üzerinedir.

            Şeytan ondan aldığı bu cevapla yetinmedi. Kırk dereden su getiriyor, onun babası hakkında beslediği kanaati sarsmak istiyordu. Nihayet Hz. İsmail onu babasına şikâyet etmek mecburiyetini hissetti.

            Hz. İbrahim: “Onu taşla oğlum” buyurdu. Hz. İsmail babasının tavsiyesiyle yerden aldığı taşları ona doğru fırlattı. Bu taşlama ile uzaklaşan şeytan ikinci defa göründü. Tekrar mel’unluğunu sergilemeye başladı. Tekrar taşlandı. Biraz sonra Hz. İsmail onu üçüncü defa taşlamağa mecbur kaldı. Üçüncü taşlamadan sonra şeytan ümidini kaybederek oradan uzaklaştı.

            Artık Mina mevkiindeydiler. Kurban kesme mahalline gelmişlerdi. Hz. İbrahim oğlunu karşısına aldı. Oğlum, ben rüyamda seni kurban ettiğimi görüyorum.

            Allah-u Teâlâ seni kurban etmemi emretmektedir. Ne dersin, ne düşünürsün? dedi. Hz. İsmail hiç tereddüt etmeden:“ Ey babacığım, sana ne emredildi ise onu yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın.”cevabını verdi. Bu sözler Hz. İbrahim’in duymayı pek arzu ettiği, Yüce Mevlâ’nın razı olduğu sözlerdi.

            Hz. İsmail bu sözüyle gerçekten de Hz. İbrahim’e layık bir evlad olduğunu ispatlamıştı. Yapılan teklif, bir insandan beklenecek en büyük fedakârlıktı. Canı isteniliyor, açıkça başının kesilmesi konusunda fikri soruluyordu. Hz. İbrahim, bu davranış karşısında gözyaşları içerisinde Rabbine hamd etti. Oğlunun bu tevekkül ve teslimiyeti kendisi için bir bahtiyarlıktı.

            Can tatlı, istenilen fedakârlık büyüktü. Hz. İsmail: “Babacığım Rabbimin emri baş üstüne ama canım da pek tatlı” diyebilirdi. Kaldı ki, Hz. İsmail henüz buluğ çağına ermek üzereydi. Bu teklif yaşını başını almış, hatta canından bezmiş bir ihtiyar için bile düşündürücü ve ürpertici idi.

            Mina tepeleri her zamanki sessizliğini muhafaza ederken, insanlığın tanıyacağı en mukaddes fedakârlık örneğine şahit olmaktaydı. Hz. İbrahim uzun yıllar sahip olamadığı ve yıllar yılı yaptığı duaların karşılığı olarak kendisine bahşedilen oğlunu Rabbine kurban olarak takdim edecekti.

            Hz. İsmail’in son sözleri şu oldu: “Babacığım ellerimi, ayaklarımı bağla ki fazla çırpınmayayım... Elbiselerini topla ki, kan sıçrayıp kirletmesin. Annem görür ve üzülür... Bıçağı şiddetle çal ki ölümüm kolay olsun... Beni yüzümün üzerine yatır, yüzüme bakarsan bana acır, Rabbimin emrini yerine getiremezsin. Ayrıca ben de bıçağı görmeyim, korkuveririm”

            Değerli oğul elleri bağlanarak yüzü üzerine yatırıldı. Daha sonra Hz. İbrahim elindeki bıçağı Hz. İsmail’in boynuna olanca gücüyle çaldı. Çaldı ama ortada kesilen bir şey yoktu. Hz. İbrahim heyecan içinde bu duruma bir mânâ veremedi. Bıçağa baktı keskindi. Şefkat ve merhamet hissiyle yavaş çalmadığından emindi. İkinci ve üçüncü defasında kuvvetle çalınan bıçak yine kesmedi.

            Hz. İbrahim alnında biriken terleri silerken yıllarca evvel kendisini ateşin yakmadığını hatırladı. O zaman ateşe: “Yakma!” emrini veren Allah (c.c.) bugün de bıçağa: “Kesme!” emrini vermişti. Bu sırada Hz. İbrahim, “Allahü Ekber! Allahü Ekber!” diye bir ses işitti. Başını kaldırdığında Cebrâil (a.s.)’in yanında bir koçla beraber inmekte olduğunu gördü.

            Derhal hamd ve şükür duyguları içinde “Lâ ilâhe illallâhü vâllahü Ekber!” dedi.

Durumu fark eden Hz. İsmail, Cenâb-ı Mevlâ’ya olan minnet ve şükranını dile getirerek “Allâhü Ekber ve lillâhil hamd!” dedi.

            Böylece bu imtihan, düşünebilecek en üstün başarı ile sona ermişti.

            Cenab-ı Mevlâ, Cibril-i Emin vasıtasıyla bir koç göndererek Hz. İsmail’in yerine onun kurban edilmesini emir buyurmuştu.

            Bu duygulu anlardan sonra galiba Akabe biatinin yapılılığı yer olan Mescidi Akabeyi anlatmakta fayda var.

Yazının devamı bir sonraki gün        

Bu haber 3314 defa okunmuştur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit
KIRIKKALEDE TARİH YAZAN ÜÇLÜ10 Ocak 2021

HABER ARA


Gelişmiş Arama

REKLAMLAR



 


RSS Kaynağı | Yazar Girişi | Yazarlık Başvurusu

Altyapı: MyDesign Haber Sistemi