Arınmaya yolculuk 32 bölüm
Kalbi Mekke için Medine için yanıp tutuşan ve oralara ulaştığında 9 şiddetinde sarsılanlar için yazılmış, hem bir rehber olsun, hem yaşadıklarımızı anlatısın amaçlı bu yazılara vesile olanlardan Yaradan razı olsun..
Hicret zamanı
Evet, “Vedalar göz ile sevenler içindir. Gönülden sevenler asla ayrılamaz.” Demiş Hazreti Mevlana. Bizde veda etmiyoruz kutsal ve nazlı şehir Mekke’ye ve Yaradan rabbimizin Dünyadaki mekanına.
Hicret, asla bir kaçış değildi. Hicret; dini yaşama ve tebliğe gidişti. İslamı bütünüyle yaşayabilme azminin sembolüydü. Ne fedakârlıktı o! Evini-barkını, malını-mülkünü, ticari çevresini, ana-babayı, eşini, çocuklarını, akrabalarını, Allah için terk etmek. Neler teklif etmemişlerdi ki Efendimize: - Unvan istiyorsan seni başımıza efendi yapalım, hükümdarlık istiyorsan hükümdar yapalım. - Maksadın mal temin etmek ise, biz senin için aramızda mal toplayalım, en zenginimiz ol. - Kadın istiyorsan istediğini al, sana nikâhlayalım dediler de O: “Vallahi güneşi sağ elime, ayı sol elime koysanız da ben bu davadan vazgeçmeyeceğim. Ya Allah dinini galip kılar ya da ben bu uğurda ölürüm” demişti.
Düşünüyorum bugün kaçımız dinimizi daha rahat yaşamak için neyimizi feda edebilirdik? Kurulu düzenimizi, evimizi, işimizi, ticari çevremizi feda etmemiz gerektiğinde ne yapardık acaba? Böyle durumlarda hep dinimizden taviz vermedik mi? Ama Sahabe efendilerimiz öyle yapmamışlardı. İnanç ve ibadetlerinden değil, dünyalıklarından ve nefislerinden fedakârlık ettiler. Peki ya Ensarın fedakârlığına ne demeliydi!
Efendimiz, Hicretin hemen sonrasında Muhacir ile Ensarı birbirleriyle kardeş yapmıştı. Sa’d İbn Rebi, yeni kardeşi Abdurrahman İbn Avf’ın elinden tutmuş evine götürmüştü. Onu karşısına alıp; “Ey kardeşim, ben mal ve mülk yönüyle Medine’nin en zenginlerinden biri sayılırım. Malımın yarısı senindir. Ayrıca nikâhımda iki hanımım var, bak hangisini beğenirsen onu boşayayım, onunla evlen!” demişti. Bunlar kolay hazmedilebilir, yenilir-yutulur şeyler değildi. İnsanın kanını donduracak tekliflerdi. Muhacirler dünyalık elde etmek için gelmemişlerdi ki Medine’ye!
Abdurrahman İbn Avf; “Kardeşim, malın da, hanımların da sana mübarek olsun.” demiş, çok iyi bildiği ticaret işini yapmak üzere çarşı-pazarın yolunu tutmuştu.
Muhacirlerin fedakârlığı mı, Ensarın fedakârlığı mı büyüktü bilemedim doğrusu. Kafam almıyor, akıl terazim bunu tartamıyordu.
Ancak ayrılık kısa süreli olmasını dilediğimiz ayrılık zamanı geldi. Otobüse bindiğimizde başladı hasret. Mekke’nin çıkışına kadar burada geçen günlerimizi bir kez daha özetleyen Bayram hocanın sesi ve yüksek saat kulesini takip edip aralardan Kabe’yi görme arzusu ile dökülüyor hasret göz yaşları.
Bir önceki günden herkesin uykusuz olduğunu düşünerek mikrofonu öğle namazı sonunda almak üzere bırakıyor Bayram hoca. İnsanoğlu işte vücut her şeyi istiyor, nefis her şeyi istiyor. Uyku da vazgeçilmez canlı hareketi olduğundan gözler kapanıyor yaşlar süzülürken. Emin olun pek çoğumuz otobüsün beşik gibi sallamasına dayanamadığımız gibi rüyalarımıza da Kabe’yi, Yeşil ışığı, Hacerül esfedi, altın oluğu almakta da birlikte hareket ediyoruz.
Öğle namazı için otobüslerimiz mola veriyor. Mola verilen yer benzinlik gibi bir yer. Ama belli ki bu iş için yani büyük kalabalıklar için tanzim edilmiş. Sıra sıra abdest yerleri var ve namazgah oldukça büyük. Bizden gayri pek çok otobüs var. Zira Mekke’de yirmi gününü dolduran hacılar Medine yoluna aynı gün düşüyor.
Namazımızı kıldıktan sonra oruç olduğumuzdan çok oyalanmadan devam ediyoruz hicretimize.
Hafız Adem hocanın herkesi mest eden sesi ile kuran tilavetini dinliyoruz. Bu defa mikrofonu Cemile Hoca alıyor. “Artık uyumak yok” diye başlıyor konuşmasına. “Artık uyumayacağız ve Resulullah’a abdestli ve iman dolu bir şekilde selam vereceğiz” diyor.
Bizim hocaya şöyle hatip, böyle hatip demenin gereği yok. Türkiye çapında bir düşünceyi anlatmak için konuşmalar yapmış, konferanslar düzenlemiş, panellerde baş konuşmacı olmuş biri. Ardından radyo programı yapmış ve yıllarca başarılı şekilde yürütmüş bu görevini. Ardından Kırıkkale’de kadınları bilinçlendirmek amaçlı bir dernek kurmuş ve haftalık konferanslara başlamış biri. Halen pek çok Arapça öğrettiği talebeleri var. Yani hitabeti biliyor, konuşmayı biliyor, hele içten gelen bir hasreti anlatırken koptukça kopuyor.
Hocanın bu özelliği babasından kalma. Babası ala sakal müftü Kırıkkale’de gerçekten bilinen sevilen bir şahsiyetti. Allah rahmet eylesin geçen aylarda kaybedilen müftünün cenazesi bile dillere destandı.
Cemile hoca anlattıkları ile otobüsün camından bakarken görmemiz gereken uçsuz bucaksız çölü de görmedik, kara taşların yığın olduğu kayalık, tepeleri de görmedik. Herkesin düşündüğü tek şey vardı oda Resulullah’ın geçişini görmek, yanında Hz Ebubekir olduğu halde uzaklardan devenin sırtında güneşin altında hicretini görmek.
Uzun uzun konuşmasını şiirlerle süsledi, Mekke’de geçen olaylarla kişileştirdi konuşmasını, erkek kadın demeden anlattıkları duygulandırdı ve gözyaşlarını yine pınar yaptı, ırmak yaptı Cemile hoca.
Ardından mikrofonu Damadı olan değerli insan hazfız Adem’e verdi. Hafız biliyor benim Fetih suresini çok sevdiğimi. Başlıyor okumaya. Doyamıyor ki kimse tıpkı sohbette olduğu gibi tilavette de ikiliye.
Sonra Bayram hoca alıyor mikrofonu. Zaten sallanmış ruhları daha bir sallıyor. Herkes sarsıntı geçiriyor. Bu ne güzel yükleme bu ne güzel sarsıntı, bu ne güzel sohbet yarabbi.
Medine’ye salâvatlar eşliğinde giriyoruz. Bayram hoca geçtiğimiz her yeri anlatıyor. Girişten itibaren iyi mihmandar olduğunu gösteriyor. Adım adım anlatırken boşluklarda salavat getiriyoruz.
Mekke ile Medine arası 420 km olup, ortalama beş saat yolculuk süresi ile varıyorsunuz. Mola bir defa veriliyor, ramazan olduğundan biz sadece namaz için durduk. Sair zamanlarda mola verilecek yerler var.
Medine sessiz Medine düzgün, Medine kalabalıksız, Medine yapılaşmış şehir görüntüsü ile girişte gönlümüzü fetih ediyor.
Yazının devamı bir sonraki gün
Bu haber 3950 defa okunmuştur.