Arınmaya yolculuk 57 bölüm
Kalbi Mekke için Medine için yanıp tutuşan ve oralara ulaştığında 9 şiddetinde sarsılanlar için yazılmış, hem bir rehber olsun, hem yaşadıklarımızı anlatısın amaçlı bu yazılara vesile olanlardan Yaradan razı olsun..
HENDEK SAVAŞI
Uhud savaşından iki yıl sonra gerçekleşen Hendek Savaşı, İslam tarihindeki önemli muharebelerden birisidir. Efendimizin Medine etrafında hendekler kazdırması sebebiyle, Hendek Savaşı adını almıştır. Bir diğer adı da Ahzab Savaşı’dır.
Efendimiz, Yahudi kabilelerinden Beni Nadir’i Medine’den sürmüştü. Beni Nadir Yahudileri Medine üzerine topluca yürüyüp, Müslümanları ortadan kaldırmak istediler. Kureyşli müşrikler de aynı şeyi düşünüyorlardı.
İslami gelişmeyi durdurmadıklarının, Müslümanların çoğalmasına ve Efendimiz (s.a.v.)’in nüfuzunun genişlemesine mani olamadıklarının farkında idiler. İslam hareketini yerinde yok etme kararında anlaştılar.
Beni Nadir Yahudileri, Mekkeli müşriklerle beraber hareket ederek, Gatafan’larla anlaştı. Ayrıca civarda bulunan diğer Arap kabilelerini de kışkırtarak Medine üzerine yürümek için ayaklandılar. Kureyşli müşrikler, onlara katılan kabileler ve Yahudilerin kışkırtmalarıyla bir araya gelenler On bin kişilik bir ordu hazırladılar.
Müşrik ordusuna Ebû Sufyan bin Harb komuta etmekteydi. Kureyş müşriklerinin savaş hazırlığı içinde olduğu haberi Efendimize (s.a.v.) ulaştırıldı. Efendimiz vakit geçirmeden ashabını toplayarak kendileriyle istişare etti.
Efendimiz; “Düşmanı Medine dışında mı karşılayalım? Yoksa Medine’de kalarak müdafa savaşı mı yapalım?” diye sordu.
Görüşmeye sunulan teklifler yeni fikirleri ortaya çıkardı.
Selman-ı Farisi: “Ya Rasûlallah! Biz Fars toprağında düşman süvarilerinin baskınından korktuğumuz zamanlarda etrafımızı hendekler kazarak savunurduk.” dedi.
Bu teklif hem Hz. Rasûlullah hem de sahabiler tarafından makul karşılandı. Karar verilmişti. Medine’de kalınacak ve şehrin etrafına hendekler kazılmak suretiyle düşman saldırılarına karşı konulacaktı.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in böyle bir taktiği tercih etmesinin altında, harpte az insanın ölmesi, az kanın akıtılması gibi mühim bir düşünce yatıyordu. Zaten bu Efendimiz (s.a.v.)’in bütün harplerde en çok tercih ettiği şeydi.
Hendek kazısına derhal başlandı. Efendimiz (s.a.v.), nerelerin kimler tarafından kazılacağını bizzat tayin etti. Çok planlı çalışmak gerekiyordu. 300 kişi ile kazıya başlandı.
Peygamberimiz sahabeyi onar kişilik guruplara ayırmış, hendek kazmayı bir yarış haline getirmişti. Derinlik, atıyla hendeğe düşenin bir daha çıkamayacağı derinlikte kazılacaktı. Hendeğin genişliği ise en mahir süvarinin dahi atıyla atlayıp geçemeyeceği genişlikte yapılacaktı. Bütün Müslümanlar, hatta eli iş tutabilecek çocuklar bile canla başla hendek kazıyorlardı.
Kazının zamanında tamamlanması için Efendimiz (s.a.v.) Müslümanların şevk ve gayretlerini canlı tutmaya çalışıyor, toza, toprağa, sıcağa, açlığa aldırmadan, onlara örnek oluyordu.
Arabistan’da şiddetli bir kıtlık ve kuraklık hüküm sürüyordu. Medine’de bu kıtlığı yaşıyordu. Ashabın açlıktan takati kesilmiş, açlıklarını hissetmemek için karınlarına taş bağlamışlardı. Çektikleri sıkıntıları göstermek istercesine elbiselerini kaldırıp karınlarına bağladıkları taşları Efendimize gösteriyorlardı. Bunun üzerine Allah Rasûlü elbisesini kaldırdılar.
Ne görsünler? O karnına iki taş bağlamıştı. Kazı çalışması esnasında bir ara sahabiler sert bir kayaya rastladılar. Parçalamayı başaramadılar. Ellerindeki kazma, kürek gibi aletleri kırıldı. Durumu Efendimiz (s.a.v.)’e haber verdiler.
“Ya Rasûlallah! Karşımıza kazı esnasında bir kaya çıktı, onu bir türlü parçalayamadık! Ne yapalım emriniz nedir?”
Peygamberimiz (s.a.v.) Selman-ı Farisî’nin balyozunu aldı. “Bismillah!” diyerek kayaya bir darbe indirdi. Kayadan bir şimşek çaktı ve Medine’nin iki kayalığı arasını aydınlattı. Kayanın üçte birini yerinden kopardı ve : “Allahü Ekber! Bana Şam’ın anahtarı verildi! Vallahi! ben şu anda Şam’ın kırmızı köşklerini görüyorum.” buyurdu.
Sonra yine “Bismillah!” deyip balyozla kayaya ikinci darbeyi indirdi. Yine bir şimşek çaktı, kayanın üçte biri daha parçalandı ve : “Allahü Ekber! Bana Fars’ın anahtarı verildi! Vallahi! Şu anda ben Kisra’nın Medâin şehrini ve onun beyaz köşklerini görüyorum” buyurdu.
Daha sonra üçüncü defa “Bismillah!” deyip balyoz ile vurdu. Yine şimşek çaktı, kayanın geri kalan kısmı da parçalandı.
“Allahü Ekber! Bana Yemen’in anahtarı verildi! Vallahi şu anda ben San’a nın kapılarını görüyorum.” buyurdu. Efendimizin haber verdiği bu fetihler Hz. Ömer ve Hz.
Osman zamanında bir bir gerçekleşti.
Ashab hendek kazma işini bir an önce bitirmek için durmadan dinlenmeden çalışıyorlardı. O zaman yiyecek bulmada sıkıntı yaşıyorlardı. Hendek kazma işinin devam ettiği birgün Hz. Cabir bin Abdullah evine giderek hanımına; “Rasûlullah’ı (s.a.v.) çok acıkmış gördüm; başkası olsa dayanamazdı, evde yiyecek bir şey var mı?” diye sordu.
Hanımı: “Vallahi yanımda şu oğlaktan ve şu bir avuç arpadan başka bir şey yok.” dedi. Hz. Cabir oğlağı kesti, hanımı da arpayı öğütüp un yaptı. Eti çömleğe koydular, hamuru da mayaladılar. Et çömleğini tandıra koyup pişmeye bıraktılar.
Hz.Cabir, Efendimizin yanına gitti ve; “Ya Rasûlallah azıcık yemeğim var, yanına bir veya iki kişi al da yemeğe gidelim.” dedi.
Efendimiz: “Yemeğin ne kadardır?” diye sordu.
Hz.Cabir: “Bir avuç arpadan yapılmış ekmek ve kesilmiş bir oğlak” dedi.
Bunun üzerine Efendimiz: “Hem çok, hem de güzel bir yemek, hanımına söyle ben gelinceye kadar tandırdan çömlek ile ekmeği çıkarmasın. Ey hendek halkı, kalkınız! Cabir’in ziyafetine gideceğiz” diye seslendi. Muhacir ve Ensar’dan orada bulunanlar Hz. Cabir’in evine geldiler.
Peygamberimiz (s.a.v.) ete ve ekmeğe bereket duası yaptı.
Sonra Hz.Cabir’in hanımına; “Bir ekmekçi kadın çağır seninle birlikte ekmek yapsın, et çömleğini tandırdan çıkarmayın” dedi.
Efendimiz mübarek elleri ile tandırdan ekmeği çıkarıp parçaladı ve üzerine et koyarak ashabına tek tek sunmaya başladı. Ashabın hepsi de doymuş, tandırdaki ekmek ve çömlekteki et hiç eksilmemişti.
Efendimiz Hz.Cabir’in hanımına; “ Bu kalanı da hem kendiniz yiyin hem de diğer insanlara dağıtın; Çünkü bütün halk açlık çekiyor.” buyurdu.
Yorucu bir çalışma sonucunda hendek kazma işlemi altı günde tamamlandı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hendeğin müsait kısımlarına giriş çıkış yerleri yaptırdı.
İslam ordusu 3000 kişiden ibaretti. Bu sayı düşman ordusunun üçte biri demekti. Efendimiz karargâhını Sel dağının eteklerine kurdu. Ordunun sırtı bu dağa geliyordu. Harbe katılmayan kadın ve çocuklar ise kale ve hisarlara yerleştirildi. Hendek kazma işi henüz bitmişti ki ovayı düşman çadırları kapladı.
Düşman, karargâhını Medine’nin kuzeyinde Uhud Savaşının cereyan ettiği alanda kurdu. Hendekle karşılaştıklarında şaşırdılar. O zamana kadar böyle bir harp taktiği görmemişlerdi. Haliyle bu durum, daha baştan morallerini sarsmıştı.
Kurayzaoğulları Medine’ye geceleyin baskın yapmak istediler. Bu haber Müslümanları büyük bir telaşa düşürdü. Efendimiz (s.a.v.) geceleri şehri korumak için Zeyd bin Harise’yi üç yüz, Seleme bin Eslem’i de iki yüz askerle Medine’ye gönderdi.
Bu kuvvetler gece sokaklarda devriye gezip yüksek sesle tekbir getirdiler.
Benî Kurayza’nın baskın denemesi esnasındaydı, 10 kadar Yahudi, Hassan bin Sabit’in köşkünü ok yağmuruna tuttular. Hatta içeri girmeye kalkıştılar. Efendimizin halası olan Hz. Safiyye, bir Yahudinin köşkün etrafında dolaşıp durduğunu görünce, başına sıkıca bir tülbent bağladı, eline bir sırık alıp aşağıya indi. Köşkten dışarı çıkıp adamın arkasından yaklaştı, sırıkla başına bir darbe indirdi. Adamın işini bitirip, sonra da başını kesip Yahudilere doğru fırlattı. Bunun üzerine Yahudiler korkuya kapılıp kaçtılar.
Böylece Medine koruma altına alınmıştı. Efendimiz geceleri düşmanın gelebileceği düşüncesiyle hendeğin en dar yerinde bizzat nöbet bekliyordu. Düşman, hendeği bir türlü geçemiyor, bu durum ümitsizliğe düşmelerine neden oluyordu.
Yazının devamı bir sonraki gün
Bu haber 3626 defa okunmuştur.